Faşizm; 1920'li ve 1930'lu yıllarda, Avrupa'da öne çıkan karmaşık ve değişken bir siyasi ideolojinin adıdır. Faşist hükûmetlerin en kötü şöhretli örnekleri; İtalya'da 1922 yılından 1943 yılına kadar Bennito Mussolini ve Almanya'da 1933 yılından 1945 yılında kadar Adolf Hitler olmuştur. Mussolini, Ulusal Faşist Partisi ile öne çıkarken; Hitler ise Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi veya kısaca "Nazi Partisi" ile öne çıkmıştır. Faşizmin pek çok tanımı bulunmaktadır ve bunlardan tek birine doğru demek mümkün değildir. Kimi politikacılar faşizmi "bir dizi siyasi eylem", "bir felsefe" veya "bir kitle hareketi" olarak tanımlar. Bu tanımlar çok daha detaylıdır. Ancak tanımların çoğu, faşizmin otoriter olduğu ve her ne pahasına olursa olsun milliyetçiliği teşvik ettiği konusunda hemfikirdir. Ancak temel bazı özellikleri tartışma konusudur. Kısacası, faşizmi sınırları kesin bir şekilde çizilmiş biçimde tanımlamak zordur ve hatta muhtemelen mümkün değildir.
Faşizm genellikle 1. Dünya Savaşı'ndan sonra iktidara gelen İtalyan ve Alman rejimlerle ilişkilendirilse de diğer bazı ülkeler de faşist rejimler tarafından yönetilmiştir. Almanya'da Adolf Hitler, İtalya'da Benito Mussolini, İspanya'da Francisco Franco ve Arjantin'de Juan Perón 20. yüzyılın en tanınmış faşist liderleri arasındadır.
Faşizmin Tanımı
"Faşizm" terimini icat eden kişi Mussolini'dir. Mussolini bu terimi 1919 yılında icat etmiştir. Kelime, İtalyanca "fascio" kelimesinden gelmektedir ve "bir demet ya da grup" anlamına gelmektedir. Militan bir kardeşlik için kullanılan bir terim olarak kabul edilmektedir. King's College Tarih Bölümüne göre "fasces" kelimesi sopalarla sıkıca bağlanmış bir balta anlamına gelmektedir ve bu imge faşist hareketin sembolü haline gelmiştir. New York'ta yer alan Columbia Üniversitesinde sosyal bilimler alanında emeritus profesör olan Robert Paxton, Live Science'a faşizmin tanımlanışı hakkında şunu söylemiştir.
20. yüzyıla özgü, sofistike propaganda teknikleriyle halkta coşku uyandıran bir siyasi uygulama biçimidir.
Paxton'a göre faşizm bu tür propagandaları teşvik etmek için kullanır:
- Liberalizm karşıtlığı, bireysel hakları, sivil özgürlükleri, serbest girişimi ve demokrasiyi reddetme,
- Sosyalizm karşıtlığı, sosyalist çerçevelere dayalı ekonomik ilkeleri reddetme,
- Belirli grupların genellikle şiddet yoluyla dışlanması,
- Ulusun nüfuzunu ve gücünü genişletmeyi amaçlayan milliyetçilik.
Neden Savaşıyoruz? (Orijinal: "Why We Fight") kitabının yazarı gazeteci Shane Burley, faşizmin aynı zamanda insan eşitsizliğine olan içsel bir inancı yansıttığını söylüyor. Burley, Live Science'a verdiği demeçte şunları söylüyor:
Modern dünya bir insan eşitliği mitolojisi altında inşa edilmiştir. Eşitliğe ulaşılmasa ve ilgili insanların buna ulaşma niyeti olmasa bile, modern toplumlarda insanların eşit olduğu hâlâ temel anlatıdır.
Burley, faşizmin doğuştan gelen eşitsizlik kavramını ve gruplar arasında kaçınılmaz sosyal hiyerarşileri desteklediğini de söylüyor. Burley; bu hiyerarşinin temelinde, bir kişinin toplumdaki konumunun, etnik köken veya cinsiyet gibi kendi kontrolü dışındaki kimlik unsurları tarafından belirlendiği fikrinin yattığını düşünüyor.
Faşizmi Tanımlamak Niye Bu Kadar Zor?
Faşizm her zaman içinde bulunduğu ülkenin bireysel özelliklerini alır ve bu da çok farklı rejimlere yol açar. Örneğin Paxton, 1998 yılında Journal of Modern History dergisinde yayımlanan Faşizmin Beş Aşaması başlıklı makalesinde, "din ... Amerika Birleşik Devletleri'ndeki otantik faşizmde, daha laik olan Avrupa'dakinden çok daha büyük bir rol oynayacaktır" diye yazmıştır.
Paxton, faşist olmayan hükûmetlerin güç ve ulusal canlılık görüntüsü vermek için sıklıkla faşist rejimlerin unsurlarını taklit ettiklerini belirtmektedir. Örneğin, renkli tişörtler giyen vatandaşların kitlesel seferberliklerinin otomatik olarak faşist bir siyasi uygulamaya eşit olmadığını vurgulamaktadır.
"Faşizm" kelimesinin halk dilindeki yaygınlığı da tanımsal sorunlara neden olmaktadır. Sidney'de bulunan Lowy Enstitüsüne göre, son yıllarda bu terim tarihsel olarak bilgilendirilmiş analitik bir terimden ziyade, siyasi bir hakaret olarak daha sık kullanılıyor. Yale Üniversitesinde felsefe profesörü olan ve How Fascism Works kitabının yazarı Jason Stanley şöyle söylüyor:
Faşizmin otoriterlik için genel bir terim olarak kullanılması korkunç bir sorundur. Faşizm otoriterliğin spesifik bir türüdür. Faşizm çok özel bir şeydir, bir otorite figürünün yanlış davrandığı zamanlara verilen bir isim değildir.
Komünizm, kapitalizm, muhafazakârlık, liberalizm veya sosyalizm gibi diğer siyasi, sosyal veya etik felsefelerin aksine faşizmin belirli bir felsefesi yoktur. Paxton, "Faşist Manifesto ya da kurucu bir faşist düşünür yoktur." diye yazmıştır. Ayrıca şunları da söylüyor:
Faşizm güçle ilgilidir, inançla ilgili değildir. How Fascism Works adlı kitabımda faşizmi iktidarı ele geçirmek için kullanılan özel bir taktikler dizisi olarak ele alıyorum. Faşistlerin, örneğin göçmenler hakkında yaydıkları paniğin haklı olduğuna inanmaları gerekmez ki bunu seçimleri kazanmak için kullanabilsinler. Sadece bunu kullanmak bile faşist bir taktiktir.
Her ne kadar faşizmin tanımı zor olsa da tüm faşist hareketler bazı temel inanç ve eylemleri paylaşıyor gibi gözüküyor.
Bir Faşist Nasıl Doğar?
Faşizm, ulusa ve kapı bekçisi bir "üstün ırk" ya da gruba bağlılık gibi bazı temel bağlılıklar gerektirir. Temel ilke, Paxton'ın faşizmin tek ahlak tanımı olarak tanımladığı şey: Ulusu daha güçlü, daha kuvvetli, daha büyük ve daha başarılı kılmaktır. Faşistler ulusal gücü, bir ulusu "iyi" yapan tek şey olarak gördüklerinden, bu amaca ulaşmak için gerekli her türlü aracı kullanacaklardır. Sonuç olarak faşistler, ülkenin gücünü artırmak için ülkenin varlıklarını kullanmayı amaçlar. Kaliforniya'daki Stanford Üniversitesi Dil ve Bilgi Çalışmaları Merkezine (İng: "Center for the Study of Language and Information") göre, bu durum genellikle varlıkların kamulaştırılmasına yol açar ve bu yönüyle faşizm, sınıfsız bir toplumu destekleyen anti-kapitalist ekonomik, felsefi ve siyasi bir inanç çerçevesi olan Marksizm'e benzer.
Yazar George Orwell, Faşizm Nedir? (Orijinal: "What Is Fascism?") başlıklı makalesinde; aşırı milliyetçilik ilkesi tarafından yönlendirilen faşist rejimlerin, ayrıntılar farklı olsa da benzer eylemler gerçekleştirme eğiliminde olduğunu yazmıştır. Faşizmin Anatomisi (Orijinal: "The Anatomy of Fascism") de dahil olmak üzere konuyla ilgili birçok kitap yazmış olan Paxton'a göre bu rejimler geçit törenleri ve liderlerin dramatik girişleri gibi büyük jestlerden yararlanır.
Faşistler aynı zamanda propagandayı belirli grupları günah keçisi ilan etmek için bir araç olarak kullanmakta da başarılıdır. Ancak bu gruplar, ülkeden ülkeye farklılık gösterebilir. Örneğin Nazi rejimi, Yahudileri ve Romanlar gibi diğer etnik azınlıkları şeytanlaştırırken; Mussolini'nin İtalyan rejimi, radikal, aşırı solcu Marksistler olan Bolşevikleri hedef almıştır.

Paxton, ayrıca faşizmin felsefi fikirlerden çok duygulara dayandığını söylemiştir (bu da faşizmin tanımlanmasının neden zor olduğunu açıklayabilir). The Five Stages of Fascism adlı kitabında faşist rejimler için yedi "harekete geçirici tutku" tanımlamıştır. Bunlar:
- Grubun önceliği. Grubu desteklemek bireysel hakları korumaktan daha önemlidir.
- Kendi grubunun kurban olduğuna inanmak. Bu, grubun düşmanlarına karşı her türlü davranışı meşrulaştırır.
- Bireycilik ve liberalizmin tehlikeli bir çöküşü mümkün kıldığı ve grup üzerinde olumsuz bir etkiye sahip olduğu inancı.
- Güçlü bir topluluk veya kardeşlik duygusu.
- Bireysel öz saygı, grubun algılanan büyüklüğüne bağlıdır. Paxton, bunu "gelişmiş kimlik ve aidiyet duygusu" olarak adlandırmıştır.
- Tipik olarak erkek olan "doğal" bir lidere aşırı destek. Bu da bir erkeğin ulusal kurtarıcı rolünü üstlenmesiyle sonuçlanır.
- Paxton, "Şiddetin ve iradenin, bir grubun Darwinist mücadelesindeki başarısına adandığında taşıdığı güzelliğe" yakınlık duyduğunu yazmıştır. Doğal olarak üstün bir grup fikri ya da özellikle Hitler'in durumunda biyolojik ırkçılık, Darwinizm'in faşist bir yorumuna uymaktadır.
Paxton, faşist diktatörlüklerin iktidara geldikten sonra bireysel özgürlükleri bastırdığını, muhalifleri hapse attığını, grevleri yasakladığını, ulusal birlik ve canlanma adına sınırsız polis gücüne yetki verdiğini ve askeri saldırıda bulunduğunu belirtiyor.
Faşizmin Kısa Tarihi
Mussolini'nin 1919'daki faşizmi, aşırı milliyetçi yayılmacılığı kadınlara oy hakkı ve işçi hakları gibi sosyal programlarla birleştirerek, muhafazakârlar ve mevcut hükûmet gruplarıyla ittifaklar kurarak güç kazandı. İtalya'daki faşizmin başarısı, Avrupa genelinde faşist hareketlerin yükselişine yol açtı. Bunlar arasında Almanya'daki Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nazi Partisi), İngiltere'deki Britanya Faşistler Birliği, Portekiz'deki Ulusal Birlik, Yugoslavya'daki Yugoslav Radikal Birliği ve Avusturya'daki Vatan Cephesi bulunuyordu.
Amerikan Tarih Derneği'ne (İng: "American Historical Association", AHA) göre, 1922'de İtalya'da Kara Gömlekliler Milisleri (İtal: "Camicie nere") olarak bilinen ve sanayiciler tarafından finanse edilen silahlı birlikler sosyalist çiftçi örgütleriyle savaştı, sosyalist gazetelere baskınlar düzenledi ve sosyalistlerin yönettiği kasabaları işgal etti. 1922'de Roma'ya yürümekle tehdit ettiler. Hükûmet Mussolini'yi başbakan atayarak yatıştırmaya çalıştı, ancak Mussolini 1925'te kendisini diktatör olarak ilan etti. Bunu muhalefetin şiddetle bastırılması, Mussolini'nin tanrılaştırılması, Etiyopya, Arnavutluk ve diğer ülkelere şiddetle yayılma ve 1939'da Nazi Almanyası ile ittifak ve İkinci Dünya Savaşı'na katılım izledi.
Hitler, Mussolini'den propaganda ve şiddetin önemi de dahil olmak üzere pek çok ders almıştır. Paxton, Hitler'in 1920'lerde dramatik konuşmalar, görkemli girişler ve Yahudilere, Marksistlere, liberallere ve enternasyonalistlere (uluslar arasında sosyal ve ekonomik işbirliğini destekleyenler) karşı tutkulu söylemlerle Nazi Partisi'ni öne çıkardığını yazdı. Ocak 1933'te Weimar Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Paul von Hindenburg, Hitler'in büyüyen Komünist Parti'yi durduracağını umarak Hitler'i şansölye olarak atadı. Yaza gelindiğinde Hitler'in yönetimi bir diktatörlüğe dönüşmüştü. Bunların hepsi sadece 53 günde olmuştu. 53 günde Almanya, demokratik bir devletten diktatörlükle yönetilen bir devlete dönüşmüştü. Versay Antlaşması'nı ihlal eden Hitler, Almanya'yı yeniden silahlandırdı ve komşu toprakları işgal etmeye başladı. Polonya'nın 1 Eylül 1939'da işgali, İkinci Dünya Savaşı'nı ve Holokost'u başlattı.
Avrupalı faşist fikirler Bolivya ve Arjantin de dahil olmak üzere Latin Amerika'daki rejimlere ilham kaynağı oldu. Paxton, "Bu ülkeler de Buhran sırasında çok zor zamanlar geçirdi ve parlamenter sistemleri işleten sıradan orta sınıf partileri özellikle başarısız oldu." diyor. İspanya ve Portekiz'de 1975 yılına kadar diktatörlükler vardı. Ancak bu hükûmetler, muhafazakâr ve faşist partilerin bir karışımıydı.
Faşizmin Ekonomisi
Ekonomi ve Özgürlük Kütüphanesi (İng: "The Library of Economics and Liberty") faşizmin ekonomik uygulamalarını "kapitalist görünümlü sosyalizm" olarak tanımlamıştır. Ancak faşizmin ekonomisi karmaşıktır. Faşist hükûmetler için sözde hedefin otarşi (İng: "autarky") ya da ulusal kendi kendine yeterlilik olduğu belirtiliyor. 1920'lerde ve 1930'larda faşist liderler bunu, belirgin bir üst ve alt sınıfa sahip burjuva, kâr odaklı kapitalizm ile birçok sosyal kurumu ortadan kaldıracak ve burjuvaziye ya da üst sınıfa zulmedecek devrimci Marksizm arasında etkili bir orta yol olarak sunmuşlardır.
İkinci Dünya Savaşı'ndan önceki on yıllarda Almanya ve İtalya'da faşist karteller (devlet kontrolündeki iş tekelleri) ticaret, finans, tarım ve imalatın birçok yönünü belirledi ve devletin gücünü artıracak kararları aldı. Ancak muhafazakâr iş dünyası, elitlerinin mülklerini korumalarına ve servetlerini artırmalarına da izin verdiler. Karteller ücretleri zorla düşürdü ve işçilere ulusal gururla ödeme yaptı.
Faşizmin bir unsuru da kapitalistler ve muhafazakâr elitlerle işbirliği yapmaktır. Paxton; Live Science'a verdiği demeçte, faşistlerin radikal fikirlerle yola çıksalar bile, her zaman özel mülkiyeti koruma yönünde hareket etmek için işbirliği yaptıklarını söyledi. Ancak bunun garip bir ittifak olduğunu da belirtti. Paxton şöyle söylüyor:
Muhafazakârlar, kilise ve mülkiyet gibi unsurları kullanarak mevcut toplumsal düzeni korumak isteyen düzen yanlısı insanlardır. Oysa faşistler, ulusal güç, ihtişam veya genişleme getireceğine inanırlarsa toplumsal kurumları yıkmaktan çekinmeyen devrimcilerdir. Nazi Almanyası’nda iş insanları başlangıçta Hitler’e pek sıcak bakmıyordu, çünkü onun anti-kapitalist fikirleri vardı. Ancak muhafazakâr Alman iş insanları daha sonra Hitler rejimiyle kısa süreli bir ittifak kursa da sık sık birbirlerinin ayağına bastılar. Nitekim 20 Temmuz 1944’te, Albay Claus von Stauffenberg liderliğindeki muhafazakârlar Hitler’e suikast düzenlemeye çalıştı, ancak başarısız oldular. İki hareket arasında her zaman gerilim vardır.
Faşizm Nasıl İşler?
20. yüzyıl tarihi boyunca faşist rejimlerin yükselmesi için belirli sosyokültürel ve siyasi koşulların oluşması gerekmiştir. Ayrıca, 1920'ler ve 1930'larda Sir Oswald Mosley yönetimindeki Britanya Faşistler Birliği (İng: "British Union of Fascists") ile Britanya gibi birçok ülkede, rejimler iktidara gelmeden veya faşist partiler yıldız siyasi oyuncular haline gelmeden faşist fikirlerin popülaritesinin arttığını da belirtmek gerekir.
Her şeyden önce, 20. yüzyıldaki faşist rejimler popülerlik ve güç kazanmak için aşırı ulusal krizlere ihtiyaç duymuştur. Birinci Dünya Savaşı'ndaki yenilginin ardından Almanya ve İtalya'daki pek çok kişi ülkelerinin geleceği konusunda endişeliydi. ABD Holokost Anma Müzesi'ne göre Almanya'da vatandaşlar; kötü ekonomik koşullar, hızla artan işsizlik, siyasi istikrarsızlık ve derin sosyal değişimle karşı karşıyaydı. AHA'ya göre İtalyan vatandaşları ise yükselen enflasyon, işsizlik, grevler ve "karışık ve yetersiz" ekonomi politikaları altında eziliyordu.

Faşizm ayrıca yerleşik hükûmet partilerinin ve kurumlarının ulusal durumu iyileştirmede yetersiz olduğuna dair genel bir inanç gerektirir. Ancak faşist bir partinin güçlü olabilmesi için, güçlü bir ulusal kimlik ve hükûmete karşı duyulan hayal kırıklığının bir araya gelmesi, yine de halkı genellikle küçük uç hareketler olarak başlayan hareketlerin yanında yer almaya ikna edecek bir katalizöre ihtiyaç duyar. İngiltere'deki Keele Üniversitesi'nde profesör olan tarihçi Aristotle Kallis, 2015 yılında Amsterdam'da faşizm üzerine verdiği bir konferansta, Almanya'da ve bir dereceye kadar İtalya'da bu katalizörün Büyük Buhran olduğunu söyledi. Büyük Buhran ve Birinci Dünya Savaşı, Alman ekonomisine büyük zarar verdi. Paxton, bu konuda şunları söylüyor:
Savaş enflasyonu serbest bıraktı ve birikimi olan ya da emekliler gibi sabit bir gelirle yaşayan herkes paralarının azaldığını gördü. İnsanlar kendilerini çaresiz, utanmış ve kaybolmuş hissediyordu.
Paxton, Faşizmin Beş Aşaması adlı makalesinde faşizmin ancak bir toplum siyasi özgürlüğü tanıdığında ve demokrasi insanların hayal kırıklığına uğrayabileceği kadar yerleştiğinde ortaya çıkabileceğini söylemiştir. Örneğin İtalya'da bir dizi zayıf, döner kapılı hükûmet vardı. Almanya'da ise Hitler şansölye seçilmeden önce üç yıl boyunca etkili bir parlamento çoğunluğu yoktu. Her iki ülke de etkisiz hükûmet, acı çeken halk ve ulusal aşağılanma sorunlarına iki olası çözümle karşı karşıya kaldı: komünizm ve faşizm. Paxton; faşizmin yükselişinin, komünizmin yükselişine dikkat edilmeden gerçekten anlaşılamayacağını düşünüyor.
Hem mücadele halindeki Almanya'da hem de İtalya'da, komünist ve sosyalistlerden oluşan siyasi sol güç kazanıyordu. Özellikle İtalya'da sosyalist bir devrimin eli kulağındaymış gibi görünüyordu. Ancak mevcut hükûmet ve muhafazakâr kapitalist elitler komünizm ve sosyalizme olumsuz bakıyordu.
Paxton, faşist bir rejime zemin hazırlayan bir diğer faktör olarak hareketin erken dönemlerinde faşistlerin muhafazakarlara yönelmesini gösterdi. "Faşistlerin kullanabileceği tek yol muhafazakâr elitlerden geçiyor." diye yazdı.
Almanya ve İtalya'da o zamanki hükûmetler faşistlerle ittifak yapmaya karar verdiler. Paxton, şunları dile getirdi:
Faşist partiler, sosyalizme karşı en şiddetli ve sert muhalifler olarak halkın dikkatini çekti. Her iki ülkenin devlet başkanları faşistlere hükûmet başkanlığı görevini teklif etti çünkü diğer seçenekler, geleneksel parlamenter partiler başarısız olmuştu. Hem faşizm hem de komünizm şiddet içeren çözümler öneriyordu ve biri diğerini yok ederek kazanacaktı.
Faşistlerle aynı safta yer alan ve sosyalist bir devrimden korkan Alman ve İtalyan hükûmetleri sol ile çalışmayı reddetti. Bu durum, Paxton'ın faşizmin iktidara gelmesi için gerekli olduğunu söylediği faktörlerden bir diğeri olan siyasi çıkmaza yol açtı.
Günümüzde Faşizm
İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra, Mussolini ve Hitler rejimlerinin tanımladığı şekliyle faşizm; Avrupa ve Kuzey Amerika'da büyük ölçüde demode oldu. Paxton, "faşist" kelimesinin siyasi bir hakarete dönüştüğünü, bunun da aşırı kullanıma ve anlamın azalmasına yol açtığını düşünüyor. Bununla birlikte, son birkaç on yıldır Avrupa ve Kuzey Amerika'da büyüyen faşist veya proto-faşist hareketler olduğunu belirtiyor.
Son yıllarda Avrupa ve Amerika Birleşik Devletleri'nde popülizmin (sıradan insanları, elitlere karşı yücelten siyasi hareketler) yükselişi, birçok kişinin faşizmin yeniden dirilip dirilmediğini merak etmesine neden oldu. Paxton, ABD'de faşizmin yükselişte olduğunu düşünmediğini söyledi ve Amerikan popülist hareketlerini "çok daha geleneksel muhafazakârlık" olarak tanımladı:
Temel sosyal siyasi program bireyciliktir, herkes için değil ama girişimciler için. İş insanlarının kurallar ve düzenlemeler olmaksızın azami kâr elde etme hakkını destekliyor.
Ancak Paxton, Amerika'daki zengin ve güçlü küçük grupların son zamanlarda "faşizme benzeyen retorik araçlarla" halk desteği kazandığını da sözlerine ekledi. Burley Live Science'a yaptığı açıklamada, 20. yüzyıl ortalarında Avrupa faşizminin ekonomik, sosyal ve siyasi itici güçlerinin birçoğu o zamana ve mekâna özgü olsa da faşizmin temel fikirlerinin katı milliyetçiliği, beyaz üstünlüğünü ve yabancı düşmanlığını benimseyen modern popülist hareketlerde hâlâ bulunabileceğini söyledi.
Burley, modern faşist hareketlerin çoğunda resmi siyasi parti temsili ya da devlet gücü bulunmadığını, dolayısıyla "siyasi bir çerçeveden ziyade toplumsal bir hareket çerçevesinde faaliyet gösterdiklerini" söyledi. Günümüzün faşist hareketleri ayrıca misyon ve hedeflerini tanımlarken daha incelikli bir dil kullanıyor ve genellikle sol eğilimli hareketlerin dilini benimsiyor.
Bazı araştırmacılar ise, 1920’ler ve 1930’ların İtalya ve Almanya’sında faşizmin yükselişine yol açan koşulların, günümüz ABD’sinde de belirli ölçüde mevcut olduğunu düşünüyor. Akademisyenler, ABD’nin tamamen bir otokrasiye dönüşmesini beklemiyor ancak demokrasinin giderek zayıfladığı konusunda uyarıyorlar. Ayrıca bu durum sadece ABD'de değil, dünyadaki bazı diğer ülkelerde de söz konusu.
Sonuç
Faşist hareketler; genellikle halkın yaşadığı belirsizlik ve güvensizlikten beslenerek, güçlü lider figürleri aracılığıyla ulusal kimlik ve bütünlük vaadiyle destek toplamıştır. Bu ideoloji, toplumsal düzeni ve mevcut kurumları yıkıp yerine merkezi, baskıcı bir yapı kurmayı hedeflerken, sıklıkla belirli grupları hedef alan ayrımcı politikaları da beraberinde getirmiştir.
Modern toplumlarda, demokratik kurumların aşınma tehlikesi ve artan kutuplaşma, faşizmin temel dinamikleriyle örtüşen unsurları yeniden gündeme getirmektedir. Ancak tarih, faşizmin yükselişinin karmaşık ve çok boyutlu nedenlere dayandığını göstermektedir. Ekonomik belirsizlik, kültürel değişim ve siyasi güç mücadeleleri, faşizmin ortaya çıkması için elverişli zemin oluştururken, aynı zamanda toplumların bu tehlikeye karşı direnç geliştirmesi de mümkündür. Sonuç olarak; geçmişin tecrübelerinden ders çıkarılarak, demokratik değerlerin ve kapsayıcı toplumsal yapıların güçlendirilmesi, demokratik yapıya kast eden kişi ve kurumların ise protesto edilmesi gibi yollar, benzer otoriter eğilimlerin gelecekteki yükselişini önlemede kritik bir rol oynayacaktır.